Jessie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jessie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2010

4-4-2

Kabul edelim ki Arsene Wenger'in yılların 4-4-2'sini bırakıp 4-3-3'e dönmesi yılların getirdiği bir yenilgidir. Çünkü Wenger aylar, yıllar boyunca "bize tek forvet oynuyorlar" demiş, demiş, demiş ve sonunda kendisi de o formasyona dönmüştür. Elbette bir alt sıra takımının dizilimiyle Arsenal'inki aynı bile gözükse, uygulamada farklılıklar vardır. Lakin bu, mevcut dönüşümün bir yenilgi olduğu sonucunu değiştirmez.

2 sene öncesinin Arsenal'ini hatırlayalım. Devre arasına kadar ligi domine eden, Şampiyonlar Ligi, Premier League'de lider olan takım.

Almunia
Sagna Toure Gallas Clichy
Eboue Flamini Fabregas Rosicky
Hleb Adebayor

Rosicky ve Hleb'in yerleri değişmekle beraber genel oyun şablonu bu idi. Dönelim o dönemki maçları hatırlayalım... Arsenal'in çok daha tempolu, çok daha dominant bir oyun sergilediğini hatırlıyoruz. Hatırlamayanlar için; Slavia Prag maçları vs...

Bugünkü durumun -hiç şüphesiz- oyuncu kadrosu kadar 4-3-3 düzeniyle de alakası var. Çünkü bu düzen, Arsenal'in yıllar yılı oynamaya alışık olduğu düzenin dışında bir düzen. 4-4-2'deki üçgenler, kanat oyuncularının kullanımı bambaşka.

Arsenal kanat bekleriyle kendini tarif eden bir takım. İngilizlerin dört büyükleri içerisinde çift kanat beki kullanmakta olan tek takım. Chelsea'de Ivanovic, Liverpool'da Carragher, Manchester United'ta O'Shea gibi oyuncular oynarken Arsenal'de Clichy, Gibbs, Traore, Eboue, Sagna gibi tamamen ofansif bekler kullanılıyor.

Ancak burada bir problem var. O da şu; Arsenal bugünkü düzende kanat beklerini hücum aksiyonlarında kullanamıyor. 4-3-3'ün doğal getirisi olarak kanatların büyük ölçüde tek oyuncuya bırakılması, hücum oyuncularının savunmaya yeterince destek olamamaları bek oyuncularının hücum aksiyonlarını kısıtlayan faktörler.

Arsenal öyle bir duruma geliyor ki, Clichy gibi asıl meziyeti hücum yönünde olan bir oyuncuyu maç boyu Anelka, Drogba kovalar şekilde görüyoruz. Orta çizgiyi geçmeyen Clichy'nin katkısı değil, savunma hatalarıyla zararı oluyor haliyle.

---

Bu formasyon değişikliğinin olumlu anlamda etkilediği bir oyuncu da var; Alex Song. 4-4-2 düzeninde aksiyon alanının çok içinde kalan Song, ofansif meziyet eksikliği nedeniyle çok hata yaparken, 4-3-3 düzeninde hemen savunmanın önünde yer alıp süpürücü rolü başarıyla üstlenebiliyor.

Peki kaybedilenler?

4-4-2 düzeninde Sagna'nın önünde yer alan Eboue'nin bu sezon hiç katkı vermediğini görüyoruz. Zira eski düzende sağ arkanın yanı sıra, sağ ön ve sol önde de oynayan Eboue'nin oynayabileceği tek mevki kalmış gözüküyor. Bu da kendisini Sagna'nın yedekliği konusunda sınırlıyor. Eboue Arsenal için formasyon kaynaklı kayıptır.

Samir Nasri. Geçtiğimiz sezon büyük umutlarla transfer edilen oyuncunun ne geçen sene, ne de bu sene kendisine ödenen bonservis bedelini karşılayan bir performans sergilediğini söylememiz mümkün değil. Geçtiğimiz sene - hiç olmazsa - sol önde clichy'le birlikte dinamik bir sol kanat oluştururlarken bu sene daha da öne atılması sebebiyle verimi düşen bir başka oyuncu oldu. Nasri kalçasıyla, hızıyla ve hırsıyla kanadını başarıyla savunabilecek bir orta alan oyuncusuyken onu bir kanat oyuncusu gibi kullanmak, onun verimini düşüren bir tercih gibi gözüküyor.

Peki tüm bunlar kim için?

Hiç şüphesiz; Andrei Arshavin. Geçtiğimiz sene Arsenal'in 4-4-2'sinde sol önde oynadığı maçlarda 4-4'lük sonuçlar oluşmasına şaşırmamalı. Zira mevcut fiziki kapasitesiyle karşı karşıya oynadığı rakibine sıkıntılı anlar yaşatmanın yanı sıra kendi takım arkadaşlarına da sıkıntılı anlar yaşatan bir yapısı var. Dolayısıyla Wenger de Arshavin'i mevcut düzene adapte etmek yerine, Arshavin'in düzenine kendini adapte etme yoluna gitti.

Arsenal geçtiğimiz sezon da bir çok büyük maçı kaybetti. Büyük hayal kırıklıkları da yaşattı. Ama unutmayalım bu sezonki en tempolu maçtan bile daha tempolu oynadı geçen sene. Sagna/Eboue sağ kanadı, Clichy/Nasri kanatlarının aktifliğine bakın bir de bugünün kanat birlikteliklerine.

Arsene Wenger'in en kısa sürede mevcut 4-3-3'ünü bir kenara bırakıp, gerekirse Arshavin'i de 2. forvet olarak serbest oynatıp 4-4-2'ye dönmesini diliyorum.

13 Aralık 2009

Rüya Gibiydi

Beşiktaş'ın Manchester United deplasmanı ve Ingiltere vizesi olunca o maça gitmemek için çok fazla sebebinizin olması gerek. Benim o kadar sebebim yoktu gittim gördüm. Manchester maçı çarşambaydı. Ne yapmalı, ne yapmalı?

Önce hafta sonu oynanacak Chelsea maçına heveslendik. Lakin bilet almak ne mümkün. Arsenal kartı sahiplerine sunuluyor biletler, onlar da bitiriyorlar anında. Biz de umudu kesip Standard Liege maçına biletlerimizi aldık. Salı günü Emirates'te izleyelim Arsenal'imizi, oradan Manchester'a geçeriz dedik. Sonra Ingiltere'den bir haber geldi; Abi Chelsea maçın iki kombine kart buldum. Ister misin? Al dedim. Alma demek için deli olmak lazımdı.

Neticede salı Arsenal - Standard Liege, çarşamba Manchester United - Beşiktaş, pazar Arsenal - Chelsea maçlarıyla futbola doydum. Ekşibeşiktaş'a yazdım, dilim döndüğünce size de aktarayım izlenimlerimi;

Öyle bir oyun ki futbol, zamanla bulunduğu kabın şeklini alıyor. Nerede oynanıyor ve oynatılıyorsa orasının örf, adet ve geleneklerini kapıyor. Ona göre oynanıyor. Neticede öyle bir hal alıyor ki, siz Türkiye'den İngiltere'ye maç izlemeye gittiğinizde onların "maç" dediği kavramın içini sizden daha farklı bir şekilde doldurduklarına şahit oluyorsunuz. Futbolu algılama biçimlerindeki farklılıklar, futbolu oynama biçimlerine de yansıyor haliyle.


Öncelikle şunu belirteyim, İngilizler holiganizmi bitirirken arada taraftarlık kültürünü de törpülemişler. Oraya gittiğinizde görüyorsunuz ki bunu sadece polisiye tedbirlerle de yapmamışlar, stadların yapılandırılması, sosyal hayat içerisinde futbola ayrılan kısım... Top yekün bir işe girişmişler ve başarılı olmuşlar. Sonucunda elde ettikleri kazanımı benimsemeyen de çok kişi olacaktır ama bu bir ayrı konudur. İngiltere, futbolun bir başka şekilde algılandığı bir yer olmuş bir kere.



Günümüzde alışveriş merkezleri proje olarak toplumu yeniden şekillendiren önemli yapılar konumunda. Çünkü yaşama alışkanlıklarınızı değiştiriyor ve size bir başka şeyi öneriyor. İkinci bir ev konsepti diyebiliriz buna. İçinde yemeğinizi yiyiyorsunuz, kahvenizi içiyorsunuz, alış verişinizi yapıyorsunuz, sinemaya da orada gidiyorsunuz. Yani diyor ki size, senin ihtiyacın olan her şey burada mevcut. Sinemaya gittiğinizde bir t-shirt alıyorsunuz, yemek yerken gözünüze bir kol saati takılıyor, kahvenizi içerken karşı dükkandaki kazağı beğeniyorsunuz. Neticede bir şekilde yaşam alanınız haline geliyor.



Avrupa'da yeni inşa edilen bu stadyumların da, aynı alış veriş merkezi mantığında tasarlandıklarını söylemek mümkün. Benim Emirates Stadyumu'nu görme şansım oldu. Stadyumun çevresinde dolaştığınızda, içerisine girdiğinizde, koridorlarında bulunduğunuzda ve hatta koltuğunuza oturduğunuzda diyorsunuz ki "Bu yapı, sadece futbol izlemek için tasarlanmış olamaz". Çünkü bir başka şey olmuş artık o. Stadyumun dışında M'si bol Migros kadar büyük mağazaları, stadyumun içerisinde kalite ve fiyat seviyesi birbirinden farklı restorantları, bira / sandwich satış yerleriyle, tuvaletleriyle, giriş çıkışlarıyla, koltuklarının kalitesi, konumlandırılması, stadyum ışıklarıyla inanılmaz bir şeye tanıklık ettiğinizi görüyorsunuz. Stadyumun en kötü koltuğunda bile İnönü stadyumu'nun en iyi yerinden daha iyi maç seyredeceğinizi bilmenin de rahatlığı başka oluyor.

Tribün ise ayrı bir paragrafta incelenmesi gereken bir yer. Öncelikle ayakta maç izlemek diye bir şey yok. Zira tribünleri ( Emirates ) öyle şekilde düzenlemişler ki, bir kişi ayakta dursa gerisinin maç izlemesi mümkün değil. O yüzden herkes koltuğunda oturuyor. Oturmak zorunda. Stadyumu, futbolu planlayanlar o şekilde planlamışlar. Bugün iddia ediyorum Türkiye'de koltuğa oturma zorunluluğu getirilsin ve uygulansın, stad anarşisinin önemli bir kısmı bertaraf edilir.



Aslında şu ana kadar tarif ettiğim her şey endüstriyel futbol başlığı altında incelenebilir. Zira görüyorsunuz ki bizim anladığımız taraftarlıkla onların anladığı taraftarlık arasında da ciddi bir fark oluşmuş. Arsenal - Standard Liege maçının 25. dakikasında, elinde sandwichiyle koltuğuna oturan İngilizleri görünce aslında biraz daha şaşırıyorsunuz. Babamın dediği gibi, "Yazık adamlara, Arsenal gibi takımları var, taraftarları yok" noktasına geliyorsunuz. Maçtan yarım saat önce metroya biniyorlar, 10 dakikada stadyuma yürüyorlar. Biralarını yudumlayıp ağır ağır koltuklarına yöneliyorlar. 80-85 arası da yavaş yavaş toparlanıp kalkıyorlar. 3-5 tane tezahüratları, bol alkışları var.

Ortada bir "aşk" varsa da, bizde veya diğer Akdeniz ülkelerinde yaşanandan oldukça farklı görünüyor. Artısı, eksisiyle endüstriyel futbolun nasıl bir şey olduğunu çok net olarak görüyorsunuz.

Sonra dönüp bakıyorsunuz Türkiye'deki duruma. Stadyumlarımızın en rahat yerinden bile doğru düzgün maç izleyemiyoruz. Oturmak isteyenler oturamıyor. Giriş çıkışlar, tuvaletler sıkıntılı. "Kapalı" tribünde yağmur yiyiyorsunuz. Oynanan futbol da üst seviyede değil. Bunların hepsi olabilir, kabulumdür ama hiç biri bizden üç kat fazla kazanan İngilizlerden daha fazla ücret ödüyoruz olmamızı açıklamıyor, ne garip...

Alışveriş merkezinde sinemaya gider gibi maça gidiyor onlar. Aileleriyle alışverişlerini yapıyorlar, yemeklerini yiyiyorlar, izliyorlar ve evlerine gidiyorlar. Yendiklerinde üç dakika geç çıkıyorlar, yenildiklerinde dört dakika erken. Biz bir saniye bile alamazken ekrandan gözlerimizi, onlar kah sandwichlerine bakıyorlar kah Fabregas'ın ara pasına...


12 Kasım 2009

Wenger Kuralları

Jessie'nin uzun bir süre önce girdiği bu postu milli maç arasından yararlanarak tekrar yayınlamak istedim. 2008-2009 sezonunun ilk maçlarından olan Bolton deplasmanı öncesi futbolculara Wenger'in dağıttığı kurallar ve tavsiyeler listesi diyelim.

* Takım ancak onun içindeki bireylerin birlikteliği kadar güçlüdür.

* Bizi ekip olarak ileriye taşıyacak şey onun içindeki bireylerin birbiriyle candan ilişkiler kurmasıdır.

* Sürekli pozitif bir yaklaşım göster!

* Kendin için değil takım için doğru olduğuna inandığın şeyi yap!

* Güçlü bir başarma inancına sahip ol!

* Takımın gücüne her zaman inan!

* Saha içinde ve dışında hep daha fazlasını iste ve hep daha fazlasını ver!

* Sadece konsantrasyona odaklan!

* Kazanma duygusunu yaşamak için formda kal ve hazırlıklı ol!

* Ruhen daha güçlü olmaya odaklan ve sonuna kadar gitmeye daima hazır ol!

* Deplasmanda oynarken kimliğimize inan ve kendi sahamızda o sevdiğimiz futbol tarzımızı aynı şekilde yansıt!

* Takım arkadaşlarına daima sahip çık!

* İnsan ve futbolcu olarak efendi ol ve mütevazılığını asla kaybetme!

* Takım olmanın değerli ve özel olduğunu asla unutma, bunun keyfini çıkart ve daima bu özel topluluğa her türlü katkıda bulun!

03 Kasım 2009

Jessie

Ayıptır söylemesi Standart Liege ve Chelsea maçlarında Emirates'deyim. Araya da bi Manu - Beşiktaş sıkıştırdım. Hepinizi gözlerinden öperim.

28 Temmuz 2009

Jessie Emirates'de

Geçtiğimiz hafta bir arkadaşımın Manchester'daki düğünü nedeniyle Ingiltere'ye gittim. Manchester'dan Londra'ya geçinde stada gitmemek olmazdı. Gittik nitekim. Arsenal formamı üzerime geçirmemle birlikte forma bana yapıştı ve bir daha üzerimden çıkmadı. Tabi etraftaki Tottenham'lıların tatlı tacizlerine maruz kalmadım desem yalan olur. Kitapçıda, restoranda, yolda genci yaşlısı takılmadan edemediler.

Neyse, bir gece bir bara gidelim dedik. İçeri bir girdim içerisi Arsenal'li kaynıyor... Allah allah. Sağdan soldan üstüme atlayanlar, sarılanlar, give me five yapanlar vs... Neyse aralarından biri diğer yandan koşarak geldi. Sarıldı falan. Anlatmaya başladı; "Barnet maçına gittik. Çok kötü bir maçtı. Maç boyunca Adebayor aleyhine tezahürat yaptık. Maçtan sonra Adebayor'un Manchester City'e imza attığı haberi geldi. Yüzlerce kişi şampiyon olmuş gibi sevinmeye başlayınca kulüpten birileri gelip sordular neden seviniyorsunuz diye, millet de anlamadı. Bu barda veya Londra'da Adebayor'un gitmesine üzülen bir kişi bile bulamazsınız, bir kişi bile... Çalışmıyordu, ne kadar para o kadar emek diyordu. Takımda sevilmiyordu... Gitti, bugün en güzel gün..."